Subscribe:

Ağlama Girişimlerim

Geçen gece tek başıma yollarda dolaşırken (zaten hep tek dolaşıyorum) yerdeki bir kağıdı paraya benzettim ve eğilip baktım, üzerinde para motifleri olan olan bir çok posta pulunun yapıştırıldığı bir mektup zarfı olduğunu anladım. Bu zarf Eskişehir'den gelmiş idi. Ama daha yepyeni gibiydi. ''Muhtemelen bu zarf buraya bilinçli bırakılmıştır'' diye geçirdim içimden. Sonra beş dakika etrafa bakındım. Kimsenin görmediğine emin olduğum bir anda mantomun iç cebine koydum zarfı. Eve gidince zarfı sehpanın üzerine koyup uyudum (burjuvalar böyle yapardı). Sonraki sabah okumaya başladım.(parantez içindeki bazı yorumlar bana ait):

''Sevgili Şebnem, (alt komşumun adı)
Geçen gün aklıma son kez mektup yazmak geldi, bu son kez, öncekilere de son demiştim ama, bu son. Bunu da öncekilerde de demiştim...
Neyse, sen en son mektubunu yazdığından beri tam dört-beş hafta geçti (tam dört-beş hafta ne demek?) ben son onbeş gündür inat ile iki günde bir yazıyorum sana (iki günde bir yazsaydı bu gün yazmazdı).
Bak Şebnem, beni sevmediğini söylüyorsun ama mektuplarımı okuyup kısman de olsa cevap yazıyorsun.
Neyse, konumuz bu değil, geçen gece çatı katına temizlik için çıktım. ''Titiz erkek.'' diye dalga geçerdin benle.
O sırada fotoğraf albümü takıldı gözüme, içinde senin resmin, soluk ve eski bir resminin olabileceği, eşyalarını toplarken alıcak kadar değerli görmediğin hiç değilse bir resim olabileceği düşüncesi kapladı içimi, tüm sıkıntım uçtu gitti. Albümü elime aldım, çok tozluydu. Elimdeki yarı temiz bez ile temizlemeye çalıştım.
Bez kuruydu, albüm ıslak (ağlamış olmalı) bir süre hiçbişey yapmadım, aklıma geldiğinde on yüz bin iş birden yapıyomuşum gibi elim ayağım birbirine dolanır. Sonra albüme göz atmaya çalıştım, çoğu sayfa boştu (senin fotoğraflarının boşlukları. Aynı, çekilen bir azı dişinin bıraktığı boşluk gibi). Küçükken anormal derecede sırıttığım ve geçen yıl zordan güldüğüm resimler vardı. Çakmağımın ateşinin bitmek üzere olduğunu düşünerek, alt kata, aydınlık bir yere gittim. Resimlerin arasında senin resmini buldum, hikayelerdeki gibi resmine sarılıp uyumak geçti aklımdan. Yapmadım, seni bana geri getirmezdi. Sahi fotoğrafta kederli bir bakışın vardı, benimde. Ne zaman çektirmiştik bu fotoğrafı, bilmiyorum. Uyumaya karar verdim senden kurtulmak için. Orada da kurtulamadım. Bir rüya gördüm, aynen şöyle:
Bir başak ve ya buğday, bilmiyorum reklamda gördüğüm bir tarla. Karşıdan sen geliyordun. Mavi bir tişört vardı üzerinde, tişörtün üzerinde sarı bir yüz ifadesi, gülümseyen. Sonra çok mutlu oluyoduk filan. Sonraki günü ve ya daha sonraki günü (ne önemi var?) bir odadaydık, odada bizden başka bir kız ile bir erkek daha vardı. Orada seni öpmüştüm. Biraz sonra asılmıştı yüzün. ''Gitmem gerekiyor'' demiştin.''İlaçlarım var, gidiyorum ama geleceğim, söz'' demiştin. Sonra ölüm korkusu çökmüştü yüreğime, ağlamaklı olmuştum.
Ve giderken tişörtünü bana bırakmıştın. Bende o tişörtü sarıya boyamıştım, o gülücük sarısı gibi, yüz ifadesindeki çizgiler kaybolmuştu, geriye tek bir şey kalmıştı, gülücük, siyah bir gülücük.
Tam bu sırada ''ben Şebnemden başkasını sevemem'' düşüncesi ile uyandım. Rüya tabirlerine baktım mavi, aşkta sadakat; sarı, ağır hastalık demekmiş sevgilim, iyi misin?
Bu arada albümü eski yerine koymaya karar verdim. Tavan arasına tekrardan çıktığımda bir de ne göreyim? Senin, evet senin cesedin. Bir adım geri atmaya çalıştım kendimi, olmadı. Yaklaştım, yeni ölmüş gibiydin ve gözlerin, gözlerin açıktı. Korku ile de olsa yakınlaştım. Hınçla bakıyordun bana, seni ben mi öldürmüştüm, hatırlamıyorum. Yine korkarak yanağına dokundum ve hemen o sırada siraga külü gibi içine çöktü yanağın, o pürüzsüz yanağın. Evet aynen böyle olmuştu. Yanağının içinden bir hamamböceği çıktı. Korkudan kesik bir çığlık attım ve kaçtım oradan.
''Genç Werther'in acıları''nı okudum. Aşk acısından kurtulmanın tek yolu intiharmış, öyle diyor Goethe.
Ben aşk acısı çekiyorsam ve kimse beni farketmiyorsa, en azından istediğim gibi farketmiyorsa, intihardan başka seçenek kalmıyor. Sana bunları söyleyerek neşeni kaçırmak istemem. Beni intihara sürükleyen bir etken de öldükten sonra seni izleyebilme ihtimalim. Hatta yanında olabilme...
Odadan çıktığımda tüm ilaçlarımı (prozac, cipralex vs. vs...) bir kenara atıp bir kahve yaptım kendime. O sırada on yüz bin kahve içerek intihar etmek geçti içimden, gülümsedim.
Ve son cümlelerimi yazdıktan sonra bu dünyadan kendi isteğim ile göçüp gideceğim. Ölümün müthiş cazibesi kaplıyor içimi. Ve haliyle son kez söylemek istediğim bir kaç bişey var.
Senin beni sevdiğini hiç iddaa etmemiştim. (Bunu yazdığım sırada tuhaf şeyler oluyor burada, pullu sineklik sesi geldi, bu evde böyle birşey yok halbuki.) Şimdi ediyorum giderayak. Beni seviyorsun, çünkü insansın. (Bunca şeyden sonra in-cin olsan seversin.)
Benim yokluğumda derin bir uyku çekersin artık. (Bende ilk defa ilaçsız uyuyacağım.)
Senden istediğim benim cenaze namazım kılınırsa eğer, hava çok sıcak, dondurma dağıt millete.
Neyse son olarak bişey diyeceğim, bunu yazmaya hâla korkuyorum. Ölüm rahatlığı varken bile..'' mektubun tam burasını okurken bir ambulans sesi geldi. Devamını müthiş merak etmeme rağmen ''daha sonra da okuyabilirim'' düşüncesi ile çıktım dairemden. En alt kata inene kadar üç kez merdivenden düştüm. Alt kata indiğimde Şebnem'i sedyenin üzerinde bilekleri kesik bir şekilde gördüm, başında görevliler, uğraşıyorlar. Boşuna uğraşıyorlardı, geri gelmezdi.
Yavaş yavaş daireme çıktım ve yazın ortasında şömineyi yakıp kağıdı şömineye attım.
Hiç öğrenemeyeceğim işin aslını. Aradan yıllar geçecek ve tek cümle kalıcak aklımda;
''Birbirine âşık iki genç,
Birbirlerini öldürdüler.''...

                                                            Berke Mitap

0 yorum:

Yorum Gönder